Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

14 Şubat 2012 Salı

Another Earth

Bambaşka dünyalarda yaşıyoruz gerçekten. Zamanında bir Dire Straits klasiğinden dinlemiştik, "çok farklı dünyalar var ama bizim bir tane var" diye. İşte ben de geçtiğimiz hafta bu e pluribus unum içerisinde bambaşka bir dünya olan Gana'ya gittim. Uçakta sıkkın sıkkın 7 saat 30 dakikayı nasıl geçireceğim diye düşünürken bu filme rastladım ve ismi ilgimi çekip izlemeye başladım. Konusu kısaca "başka bir dünyada başka bir kendinizle karşılaşsanız ona ne derdiniz?". Ama filmin işlenişinde bundan daha fazlası mevcut. Hatta bu karşılaşma mevzusu ile ilgili filmde güzel bir sekans da mevcut ancak ne olduğunu, nasıl olduğunu, nerede olduğunu keyif kaçırmamak için belirtmiyorum burada. İzleyince anlaşılacak. Aslında 2 karakter üzerine kurulu. Birisi "bir gözü kalk gidelim diyor öteki otur yerine bok yeme" ekolünden Brit Marling diğeri de Lost'ta Ethan karakteriyle aşina olduğum William Mapother. Şahsen özellikle ablamızın performansı beni çok etkiledi. Kendisine en güzel ağlayan aktris onur ödülünü verdim gitti.

Gerçekten çok etkileyici bir film olmuş. Bilimkurgu soslu bir drama. Aslında bilimkurgu demeye dilim varmıyor. Karşımızda olan tam anlamıyla bir gövde gösterisi. Gerek konusu, gerek bunun işlenişi, gerek oyunculuklar, gerekse vurucu finaliyle beni uçakta kalan 6 saatimde rüyalar aleminde bambaşka bir dünyaya sürükleyen bir güzelleme. İzleyin, izletin.

20 Aralık 2011 Salı

otobüse binerken

Malumunuz olduğu üzere bir kış ayına daha girdik. Artık iç mekanlar daha da kalabalık. Bir yerden bi yere otobüsle giden, üstelik uzun yol giden kişiler için  amme hizmeti olarak otobüslerde uyulması gereken kuralları sıralayalım da siz de uygun bir yolculuk nasıl yapılır bilin:


İlk binenlerdenseniz her zaman arkalarda oturun. şehir içinde özellikle uzun yolculuklarda (1 veya 1 buçuk saat kadar) otobüsteki tüm olaylara hakim olursunuz. Sıkılma diye bir şey olmaz. Arka tarafların güzellikleri çeşit çeşittir:

- Otobüse binen "aman o ne yarabbi çölde bir vaha gibi" sözünü haketmiş hatun kişilerle göz göze gelme şansı artar.

- Telefonları kapattırınca cari açık sorununu veya küresel ısınma problemini çözmüşcesine ruh hallerine giren kişilerin feryatları gözünüzden kaçmaz, olası bir kavgada yorum yapabilme hakkınız saklıdır. Çünkü elbet yanınızdaki, köşenizdeki biri sizi muhabbete çekmeye çalışacaktır. Olaylara hakim olduğunuz için otobüs toplumunda cumhurbaşkanlığı müsteşarı muamelesi görürsünüz. Sözünüze güvenilir.

- Özellikle yaz günlerinde aracın içinin bir arı kovanı gibi dolu olduğu durumlarda otobüslerin en havadar kısmı her zaman arkalardır. Hem kapı mutlaka arada bir açılır hem de devamlı hava dolaşımı bu kısımda mevcuttur. Çünkü İlhan Mansız'ın müzmin sakatlığı gibi otobüslerde de orta kısımlardan arka kısımlara ilerlememe yıllardır kanayan bir yaradır. Bu durumdan iyi yararlanın.

- Sağdan, soldan, önden, arkadan itilip kakılma, "evladım kalk da ben oturayım", "bundan sonraki durak hangisi?" gibi süreçlerin ve ahiret sorularının ana aktörü olmak arkalarda pek mevcut değildir. Çünkü otobüslerin arkaları tecrübeli, nerede ineceğini nerede düğmeye basacağını bilen kesimin uğrak yeridir. Şüpheli veya yorgun kişiler ya en önde ya da ortalarda birikir.

- Birşeyler okurken veya birşeye odaklanmışken "şunları uzatır mısınız" diyerek elinize nasıl toparlayacağınızı kestiremeyeceğiniz sayıda kart uzatılmaz.

Şüphesiz başka güzellikler de mevcuttur. bu yazı yenilenme hakkına sahiptir. Arka tarafları öven nitelikteki bu durumlar genelde tecrübeyle sabittir, pek şaşmaz. İlk madde hariç unisex bir listedir. İlkini hatun milleti dilediği gibi okuyabilir/değiştirebilir.

Prometheus


Uzun süredir böylesine sabırsızlıkla beklediğim bir film olmamıştı. Yönetmen koltuğunda Ridley Scott var. Gerilim-Bilimkurgu filmlerinin bir takipçisi olarak kulağıma gelenler, etraftan okuduğum söylentiler o kadar heyecan verici ki son yıllarda bu derece "hadi gelse de izlesek" dediğim bir film yoktu. Söylentiler diyorum çünkü film hakkında yapımcı şirket 20th Century Fox hiç bir sır vermiyor. Daha düne kadar sadece bir kaç fotoğraftan ve oyuncuların setteki tecrübelerinden ibaretti bilinenler. Bu oyuncuların tepkilerine ve yönetmenin kendi söylediklerine birazdan vakit ayırcağım ancak öncelikle ajanslara düşen şu görüntüler mevcut. Film hakkında bir spoiler vermiyor, gönül rahatlığıyla izlenebilir. Yine de fikir edinmek açısından merak eden bakabilir:


Film esas olarak 1979 tarihli bir bilimkurgu klasiği Alien'ın prequel'ine (giriş) adım atma amacında. Ya da bizim bildiğimiz bu zira Ridley Scott şurada yer aldığı üzere filmi açıklarken Alien mitolojisinden ve bu gerilimlerden daha büyük bir resimle karşılaşacağımızı söylüyor. Şu bölüm özellikle bir takım ipuçları veriyor:

"While ‘Alien’ was indeed the jumping off point for this project, out of the creative process evolved a new, grand mythology and universe in which this original story takes place [...] the ideas tackled in this film are unique, large and provocative"
 
Yani başlangıçta Alien filmindeki fikirlerden yola çıkıldığı ancak bizi daha kışkırtıcı ve özgün bir hikayenin beklediği konusunda ışık tutuyor bize. Yönetmenin kendi ağzından duyduğumuz üzere karşılaşacağımız şey tek kelimeyle "Epic" bir hikaye.

Araya hemen sıkıştıralım. Prometheus, yönetmenin kendisinin onayladığı üzere filmde mürettebat tarafından kullanılan geminin adı. Yine kısıtlı bilgimizle bir tahmin yürütmek farz oldu. Filmin ilk afişinde yer alan cümle: "The search for our beginning could lead to our end" [Başlangıcı arıyoruz ama sonumuz hayrola] bize ipuçları veriyor.

Prometheus Antik Yunan mitolojisinde ateşi Tanrıların katından çalıp insanlığa veren bir Titandır. Bu, Tanrılar katındaki düzenden kaosa geçişin başlangıcını simgeler. Çünkü Tanrılar kendilerinden çalınan "ayrıcalıklı" bir maddenin insan gibi fani bir varlığa verilmesini kaldıramaz, karizmasının çizildiğini düşünür, öfke ile "mutluluk" düzenlerini bozar ve Prometheus'u cezalandırılar. İşte filmde de bir düzenden kaosa geçişi mi göreceğiz merak içerisindeyim. Ya da Prometheus yalnızca kullanılan bir simge mi? Ya da her ikisi? Off o kadar çok soru sorduruyor ki. Kanımca yönetmenin ser verip sır vermemesi güzel bir şey. Mesela ben şu an işi gücü bıraktım buna kafa yoruyorum. Gerçi işte öğle tatilindeyiz ama olsun gidip yemek yemek lazım yine de ben burda oturmuş film üzerine düşünüyorum. Ridley bir Adana yap da yolla bari.

Öte yandan filmin oyuncularından Patrick Wilson'ın şurada yer alan ifadesi dikkat çekici. Diyor ki zat-ı aliniz özetle, "Bir senaryo okudum hayatım değişti. Kafam allak bullak oldu, eşimle, onunla ilgilenemediğim için tartışır olduk."

Heyecan verici şeyler tabi bu tip açıklamaları okumak. Filmin oyuncu kadrosuna bakalım bir de:




 İlk olarak 300 filmindeki Stelios rolü ile Hollywood'a selam çakan ve sonrasında hızlı bir yükselişe geçen Michael Fessbender var filmin kadrosunda ki kendisi geç keşfedilmiş bir cevherdir benim için. Güney Afrika'dan ithal, oyunculuğunu şahsen beğenmediğim ama artık hatlarından mıdır nedir (ya neden olacağdı) ekrana çok yakıştığını düşündüğüm Charlize Theron var. (çarliston espirisni yapanın alnını karışlarım). Çok tanımadığım, uzaktan tanıdığım ama söylentiler o ki filmde önemli bir rolde olacağı konuşulan Noomi Repace var. Thor'da Heimdall rolünde Midgard'ın koruyucusu, Reina bekçisi Idris Elba var. Aksanına kurban biritiş aktör Guy Pearce var. Bakalım bu oyuncular nasıl bir kimya ortaya koyacaklar birlikte o konuda da merak içerisindeyim.

Filmin çekimleri büyük oranda İzlanda'da yapılmaktaydı. Şimdilerde ise, soğuk hava çarpmış olacak ki İspanya'nın güneşli Alicante sahillerinde devam ediyor. İlginç mekanlar, tezatlıklar bizi bekliyor gibi.

Diyeceğim odur ki gel Haziran gel.

18 Aralık 2011 Pazar

bazı insanlar

Bazı insanlar öylesine tutar insanı. Bir sözüne, bir göz kırpışına, bir anlattığı çocukluk hikayesine tutulunur. Önce gülünür geçilir ama yanından ayrıldıktan sonra düşününce, o anlattığı anın ve nicelerinin sürekli devam etmesinin istendiği akla gelir. Çünkü bir denge, ahenk getirmiştir. Düzensizlik içinde "dosdoğru" bir ışık hüzmesi neşeyle karışık bir an ortaya çıkarır. Bu an hem karşındakinin değerini ortaya koyar hem de seni görünür kılar. Gerisi kendi hayalinde kurduğun bir müziktir. Bir kere ayakların yere basmayagörsün...


12 Aralık 2011 Pazartesi

Mike Garvey Blues

Güzel müzik adadan, Britanya'dan çıkar diye bir söylence var diye duymuşsunuzdur. İşte bu abimiz bunu kanıtlayan yeni nesil müzistenlerden. Kendisi İngiltere'nin Manchester ve Liverpool şehirlerine yakın Warrington'da gezegenin havasını solur. Artık oralarda soluduğu hava nasıl bir etki yapıyorsa bünyesine ortaya çok iyi sanatsal işler çıkarıyor. Bir blues gitaristi ama repertuarı hayli geniş. En son 2011 sonlarında bir albüm çıkaracağı haberi gelmişti ama ondan sonra ses çıkmadı kendisinden. Bununla birlikte çok başarılı coverları mevcut. Tüm kayıtlarını kendi imkanlarıyla yaptığından ve bir yere kadar alet edevatını kendi ürettiğinden ilham alınacak karakterlerdendir.

Altta verdiğim video da coverlarından biri. Şahsımca "ömrümde bir şarkı yazıp besteleyip söylemek isteseydim bu şarkı olurdu" dediğim bir Dire Straits klasiğini muazzam yorumlamış. Myspace adresi ise şurada.



29 Kasım 2011 Salı

father and son

Garip bir şekilde aslında ideal bir baba-oğul ilişkisini anlatan bir şarkıdır bu Cat Stevens güzellemesi. Burada yer almasının sebebi ise beni üzerinde durmaya ittiği düşünceler. İdeal kavramı her ne kadar olması gereken, iyi, doğru üzerinden tanımlanabilirse de, şarkıda da sonu gelmez, çözümsüz bir çatışma anlatılmak istense de bu şarkı çok farklı özlemleri ve duyguları yaşatır insana. İdeal kavramının anlamı değişmiş, duyguların (babalık ve evlat olma) anlamları değiştirdiği bir ilişki vurgulanmıştır bu şarkıda. İşte bu yüzdendir bu şarkıda geçenleri yaşamışların ama en önemlisi de "yaşayamamış" olanların üzülmesi, kalplerine çivi çakılmışcasına ağrı hissetmeleri. Ancak yaşamış veya yaşamamış olsun her iki kesimin de ortak paylaştığı duygu, şarkının ikinci yarısında oğuldan alttan alta duyulan:

"...away away away, i know i have to
make this decision alone - no..." [uzağa, çok uzağa, biliyorum gitmeliyim ve bu kararı tek başıma vermeliyim - hayır] yakarışlarıdır.


Hemen her gün anlayamadığı şekilde uzaklaştığı, hayat boyu onun en büyük destekçisi ve koruyucusu olacak babasına son büyük isyanıdır bu sözler. Baba "... iyi düşün, ben de senin gibiydim" der ama oğul uzaklaşmaya devam eder.

Babanın da yine alttan alta haykırdığı:

"...stay stay stay, why must you go and
make this decision alone?" [kal, neden gitmelisin ve bu kararı tek başına vermek zorundasın?]

son sözler bu yeni çıktığı yolculuktan caydıramaz oğlunu.

ve belki de şu çatışma asıl ideal darbeyi çarpar yüzümüze:

Father: ...for you will still be here tomorrow, but your dreams may not. [Yarınlarında sen burada olabilirsin ama hayallerin seninle olmayabilir]

Son: ...all the times that i cried, keeping all the things i knew inside,
it's hard, but it's harder to ignore it. [tüm yanlış gidenleri içime atıp ağladığım zamanlar çok zor ama bunları görmezden gelmek daha da zor]

Son olarak ise şu umut hep vardır bu şarkıda: Oğul uzaklaştıkça baba hep kovalayacaktır. Sözlerdeki tartışmanın hiç bitmeyecekmiş gibi dinlenmesi de bu yüzdendir.

Nihayetinde kimi zaman içten içe kimi zaman gerçekten ağlatan şarkılardandır benim için.

21 Kasım 2011 Pazartesi

Dr. Manhattan

Yarattığı evren, karakterlerinin içsel bunalımları, en yakınındakinden tutun, kendilerini sadece duymuş insanlarla olan gerilimli ilişkilerine kadar beğendiğim bir külliyattır Watchmen. Külliyat denecek kadar fazla sayısı yoktur Watchmen'in. Adı üstünde bir çizgi romandır ve tanıttığı evrenin derinliği nedeniyle olaya yaklaşımımız bu külliyatın sayısıyla değil zihinde işgal ettiği manevi hacimle belirlenir. Olay tamamen duygusal yani :)

Bu evrende benim en beğendim hikaye ise Dr. Manhattan isimli Lat. "ohannes yuhhus", halk arasında ise "ucube" denen karakterin hikayesidir. Çünkü bir çizgiromandaki karakterden fazlasını, hayatın ta kendisini yansıtır.



Elinde sevgilisi ile çekilmiş tek ve çok eski fotoğrafıyla Mars'ta kendisi ile yüzleşmesinden tutun da zaman kavramı üzerine düşüncelerine kadar her şeyiyle çok etkileyici. O inanılmaz gücünün değil de karakterinin ve içinde yaşadığı bunalımların çizgiromanda işlenişi harikuladedir. Dr Manhattan insan denen organizmaya, zamana ve evrene karşı umarsızıdır ama Mars'ta mehtaba bakıp da elinde fotoğrafla demlenirken bir o kadar da pişmandır. Yani umursar. Özellikle şu bölüm çok hoşuma gider. Elindeki yıpranmış fotoğrafın kendine hissettirdiklerini, yıldızlara bakarkenki duygusuyla karşılaştırır. Dr manhattan'ın kendi sözleriyle:

"[...] Yıldızlara bakacağım. O kadar uzaktalar ve ışıklarının bize ulaşması o kadar uzun sürüyor ki... Yıldızların tek görebildiğimiz şeyleri, eski fotoğrafları."

İşte anıları ve gördüğü yıldızların ışığı arasında böyle çarpıcı bir benzetme kurar. Anılarının kendisine tek hatırlattığı bir hayattan diğerine çoktan demir aldığı ve kıyıdan uzaklaştığıdır. Eskisi gibi değildir ve olmayacaktır. Elektronlarını seveyim doktor.